28 Kasım 2013 Perşembe

Tutunamayanların Ten Yükü

Atilla Şenkon`dan "Ten Yükü" 

Bu romana öncelikle ismi beni cezb etdiği için başlamıştım. Biraz okuyunca çok güzel bir seçim yaptığımı anladım ve hayatkitaplğıma bir şaheser daha eklediği için çok mutlu oldum. Yazarımız Atilla Şenkon Ankara doğumlu ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinde mimarlık bölümünde yüksek lisans yapmış. (Daha bi sevdim yazarımızı J) Hani genelde en başarılı yazarlar sonradan anlaşılır ya, işte Atilla Şenkon da onlardan biri benim için. Kitapları Can Yayınları, Ümit Yayıncılık, Tukuaz Kitap, ve Cumhuriyet Yayınlarınca (içlerinde çocuk kitapları da var) yayınlanmış. Ten Yükü romanı Can Yayınlarından da çıkmış ama ben eski olanını yani Ümit yayıncılık`tan çıkanını okudum. Ümit yayıncılık çok eski bir yayınevi olması sebebiyle çok merak ettim ama bununla ilgili hiçbir şey bulamadım maalesef. Atilla Şenkon hakkında bile bir şeyler bulmak imkansız gibi. Bunu yazarın daha yeni yeni anlaşılmaya başlamasıyla ilişkilendirbiliriz. Yalnız YouTube`da bir videosu var, isteyenler bağlantıdan izleyebilir.


http://www.youtube.com/watch?v=Zq_nhpnt-Hc (Yazma sürecini ele alıyor) Kitabı okumayacak olsanız bile yazarı çok seveceksiniz. Şahsen ben izlerken yıllardır tanıyormuşum gibi hissetdim.

Ha bir de Facebook sayfası var. https://www.facebook.com/attila.senkon


Şimdi de geçelim kitabımıza. Kitabın ismi Ademoğulları ve Havva kızlarına J tenin zaman zaman nasıl büyük bir yük olduğunu vurguluyor. Elimde olmadan Tutunamayanları hatırlıyorum. Bir başka deyişle Tutunamayanların hayatta tutunamama sebepleri tenlerinin onlara yük oluşu yüzündendir. Şimdi şöyle bir soru geliyor aklımıza hemen: tutunanların böyle bir yükü yok mu peki? Benim cevabım şöyle olurdu: Günümüz dünyasında zaten kendini tutunan ( :) çok komik sesleniyor) olarak nitelendiren insan görmedim ben; duyan, bilen, gören varsa söylesin de biz de bilelelim. Bu arada tutunan veya tutunmayan derken anlatmak istediğim hayata ne için gönderildiğini bilen ve bunun gereğini yerine getiren insan benim için bir "tutunan". Hani bir tutunanı gören, bilen, duyan varsa söylesin dedim ya, size küçük bir sır açacağım: ben bir tutunanım :) Evet komik sesleniyor biliyorum ama neyi kastettiğimi bir naşka yazımda paylaşacağım inşallah.



"İlk Söz Yerine" kısmında yazarın Georges Perecin Yapboz alıntısnı görüyoruz. Bu alıntı hikayenin çekirdeğini oluşturuyor aslında.Hayat yapboz parçalarından oluşur ve tamamlanması için her birinin olması gerektiği yere konması gerekiyor, yoksa hep bir yarım kalmışlık hissiyle yaşar insan. 
Ten yükü  hikaye içinde hikaye olarak tasarlanmıştır. Hikayeler şöyle sıralanmış Ten Yükü, Yürekte kanat sesleri, Bir Öykünün Öyküsü veya Bir İntihar Provası, Sarıya Boyalı İhanet, ve Yüzleşme. Her bir öyküde yazar hem kendi yazma sürecini anlatıyor, hem de kendisinin haberi olmadan karakterin özgürce hareketlerinden bahsediyor. Yaratıcılığını kaybetmiş yazarın son çırpınışları gibi gözükse de aslında yepyeni bir yaratıcılığa kavuşmuş bulunuyor. Yani bir şeyler üretememenin kendisi bir üretime dönüşüyor. Her bir hikaye ötekinin devamı  olmaya namzet. Kitap hem hikayelerden oluşan bir roman, hem de romanın hikayelere bölünmüş şekli. Edebi türler arasındaki bu gidiş gelişler Postmodern edebiyatın ana malzemesimidir.Önce ten yükümüzle tanışıyoruz, daha sonra bir erkeğın kendi ``erkekliğini`` sorgulamasıyla tanışıyoruz. Yüreğinde sürekli bir kanat sesi işitiyor arkadaşını düşündüğünde. E doğal olarak eşcinsel olabileceğinden şüphelenip ruh doktoruna gidiyor. Sorulan soruları cevaplarken kendi sorularına cevap buluyor ve gerçekle kavuştuğu için zaman kaybetmek istemiyormuşçasına yerinden fırlıyor. Onun seçiminin eşcinsellikten yana olduğuna inandım ben, tabi başka okuyucular öyle düşünmeye bilir. Yazar seçimi okuyucuya bırakıyor, okuyucu kendisi böyle bir durumda hangi kararı verirdise o kararı vermesini istiyor.Üçüncü aşamada gerçeklerle yüzleşince bir intihar olayı mı var ortada diye panikliyor okuyucu. Daha sonra ihanetin gerçek sebebini düşünmemizi iztiyor yazar. Sırada sarının ihanetin rengi olduğunu hatırlamamız var. Zira ihanet karakterleri ve dolayısıyla bizi bir takım gerçeklerle yüzleştirecektir ki, bu hikaye de son kısımda bizi bekliyor.





"Özgürlük adının 
ayaklarına beton dökülmüş birine 
verilmesi çelişki değilmi sizce"






Yazar belki de dünyadaki en ünlü heykel olan Özgürlük heykelinin özgürlük dramını incelerken aslında kendi yarattığı kahramanların özgürlüğüne değinmiş oluyor. Elimizde olmadan düşünüyoruz biz de "Bir yazarın yarattığı kahraman ne kadar özgür?", "Yazar kahramanlarını terk edip gide bilirmi?", "Ya da kahraman yazarı yalnız ve çaresiz bırakabilirmi?" Yazarların çoğunun bir gerekçesi vardır genelde. "Yazmadan yaşayamam!", "Bir şeyler beni yazmaya itiyor" derler. Onları yazmaya iten şey kahramanlar mı yoksa? İşte Atilla Şenkon da tam bu soruları sormamızı istiyor, içinden bir türlü çıkamadığı duruma bizi de ortak etmek istiyor.

       

Yazara göre Bungee jumping bir intihar provası J

0 yorum :

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar

Blog Listem

Photobucket